Sabah bir kadının çığlıklarıyla irkildim. Yan sokakta, eşi tarafından dövülen bir kadının imdat sesleri mahalleyi inletiyordu. O korku ve telaşla 155’i nasıl aradığımı hatırlamıyorum.
Çevre apartmanlardan da sesi duyanlar hemen polisi aramış. Ekip araçları geldiğinde kadının çığlıkları hâlâ devam ediyordu. Aynı binadaki komşuları, kadının sürekli şiddet gördüğünü ve bu durumun değişmediğini kendi aralarında konuşuyordu. Onları dinlerken, geçtiğimiz haftalarda temizlik için yardıma gelen, 23 yaşında hayatının baharındaki genç kadın geldi aklıma.
Madde bağımlısı eşinden ayrılmış, fakat sürekli tehdit ediliyormuş. Evlendikten sonra madde kullanmaya başlayan eşi, hayatını zindana çevirmiş.
Eşini terk etmiş ve temizlik yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor ama hep huzursuz ve tedirgin...
Öğleden sonra ise terzilik işleriyle ilgili başka bir semte gittiğimde, fiziki şiddet olmasa da psikolojik şiddet ve tehditlere maruz kalan bir kadının hikayesini dinledim.
Kendi çabalarıyla dikiş dikerek harçlığını çıkaran genç kadın, ailesel problemleri olduğu için iyi olmadığını ve bir süre iş almadığını aktarırken gözleri puslu pusluydu.
Öfke kontrolü olmayan eşinden ayrılmak istediğini, ancak eşinin birlikte çalışarak elde ettikleri mülklerin hiçbirini vermemekle ve çocukları göstermemekle tehdit ettiğini, yorgun sesiyle anlatmaya çalışıyordu.
Aynı, sağlık çalışanı bir yakınım gibi huzursuzluk ve tedirginlik, hayatına ket vuruyordu.
Sosyo-kültürel olarak daha gelişmiş ve özgür olduğu düşünülen bir statüde yer alan bir sağlık çalışanı kadının, ekonomik ve psikolojik şiddet görmesi, çocuklarıyla tehdit edilmesi, boşandıktan sonra kendi yaşamına yönelip hayatına devam etmek istediğinde ise taciz ve tehditlerle mücadele etmesi, ülkedeki her kesimde şiddetin yaygınlığını ve ciddiyetini gözler önüne seriyor.
Kadınlar, sosyal, kültürel ve ekonomik statü fark etmeksizin psikolojik, ekonomik ve fiziki şiddete maruz kalıyor.
Birçok kadın, şiddete maruz kaldığında ise başvurabileceği etkili bir mekanizma bulamıyor. Adalet sisteminde karşılaştıkları sorunlar nedeniyle hak arama süreçlerinde zorluklar yaşıyor. Bu durum, şiddeti normalleştiren bir toplumsal yapının ortaya çıkmasına zemin hazırlarken, kadınların sesini duyurmalarını da engelliyor.
Eril dilin kültürel yapıda kök salmış olması da bu sorunun temel nedenlerinden birini oluşturuyor.
Kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi için toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan politikaların geliştirilmesi ve uygulanması oldukça önemli. Bu, sadece yasal düzenlemelerle değil, aynı zamanda toplumsal bilinçlendirme kampanyaları, eğitim programları, kültürel dönüşüm süreçleri ve en önemlisi yönetenlerin kullandığı dil ve uyguladığı politikalar ile mümkün olabilir.
Bunlardan önce, İstanbul Sözleşmesi'ni yok sayan, "kadının yeri evidir," "kadın dediğin sokakta yüksek sesle gülmez" diyen, kadını öteleyen bakış açısına sahip yöneticilerin, dönüşmesi gerekiyor.
Erkeklerin güç ve kontrol arzusunun, kadınların özgürlük ve haklarını kısıtlamasının meşru görülmediği bir toplumsal yapının inşa edilmesi için yönetenlerin zihniyetinin ve kadına zarar veren kültürel bakış açısının değişmesi şart.
Kadınların güvenli ve eşit bir şekilde yaşamalarını sağlamak için atılacak her adım, geleceğe yapılan en önemli yatırım olarak görülmeli ve buna yönelik çalışmalar yapılmalı